Bir ölümle başlayan kavuşmanın yine ölümle son bulduğu bir
roman. Sabahattin Ali’nin ilk romanı Kuyucaklı Yusuf. Kalbi temiz, art niyetsiz, çocuk yaşta yetim
kalan Yusuf’u anlattığı ilk roman denemesi. Ki bence, en başarılılardan olanı.
Sayfaları çevirdikçe ee, şimdi ne olacak?, yok artık tarzında cümleler kurdum
hep. En iyisi ben size bir özetleyeyim J
1903 senesinde
Kuyucak köyüne eşkıyalar baskın yaparlar. Harcadıkları evlerden biri, Yusuf’un
annesi ve babasıyla yaşadığı yuvadır. Yusuf bu baskında yetim kalır. Durumu
gözden geçirmek için gelen kaymakam Salahattin Bey, bu çocuğun güçlülüğüne, saflığına,
cesaretine hayran kalarak onu kendine evlatlık olarak alır. Evde Şahinde Hanım,
Muazzez, Salahattin Bey ve Yusuf arasındaki olayları, o zamanın toplum ahlakının
ve beylik tavırlarının etkisiyle anlatır Sabahattin Ali.
Yaşamı boyunca her duygusunu içinde yaşamış Yusuf…
Senelerce içinde bir aşk beslemiş Muazzez…
Gezmeye, sefaya, lükse düşkün Şahinde Hanım…
Yıllarca sözünü koca kasabaya geçirip bir türlü karısına
geçirememiş Salahattin Bey…
Olaylar bir ölümle
başlıyor dedim ama aslında sadece koruma iç güdüsüyle hareket etmişlik başlatıyor. Sonra ölümle rahatlamışlık hissi veriliyor. Başta ohh diyorsunuz. Oldu bu iş. Yusuf da hak ettiğini aldı. Ama
sonra… Diyorum ya, o zamanın beylik tavırlarının etkisi de hükmediyor romana.
Bu kasaba benim diyen zenginlerden geliyor ne geliyorsa.
Bu arada romanın sonu
benim için muhteşemdi. Yusuf’un aklına gelen önceki gecelerden bir anı, benim
gözlerimi yaşartmaya yetti.
Keyifli okumalar J
Bu buruşuk yüzlü ve her sene budamaktan şeklini kaybetmiş
eğri büğrü ağaçlar, uzun bir hikayeyi anlatan garip şekilli harfler gibiydi ve
herhalde Yusuf bunların dilinden anlıyordu.
Hayatta hiçbir şey ona kıymetli görünmemiş, peşinden koşmak,
erişmek, sahip olmak arzusunu vermemişti. Etrafına daima bir yabancı gözüyle
bakmış, hiçbir yere bağlanmak arzusu duymamış, bu yalnızlığının gururu içinde
memnun olmaya çalışmıştı. Şimdi ilk defa bir şey istiyor, hem de korkunç bir
şiddetle istiyordu. Fakat niçin bu istek bir imkansızlıkla beraber gelmişti ?
Niçin hayatının en büyük arzusunu, şimdiye kadar belki yine içinde, fakat en
gizli yerlerde saklı duran bu arzuyu, hapsedildiği yeri parçalayarak ortaya
çıkar çıkmaz, öldürmeye mecbur kalıyordu ?.. Niçin ? Kimin için ?..
Konuşmaya ne lüzum vardı ? Bütün güzel laflardan ve hoş
insanlardan sıkılan bu mahlukları, birbirlerinin sessiz mevcudiyeti, yorgunluk
verecek kadar doyuruyordu.
-Zeze
Kuyucaklı yusuf bir şekilde kitaplığıma girmiş ama bir türlü okuyamadığım bir kitap.Doğrusu gidip kendim almadığım,dokunarak seçmediğim kitaplara içim ısınamıyor.umarım bir an önce o kuvveti kendimde hissedip okuyabilirim.:-)
YanıtlaSilBir an once okumalisiniz derim :)
Sil